Tapulu Arazilere Orman Şerhi Konulmasının Koşulları – Açılabilecek Tazminat Davası Hakkında

En son şu tarihte güncellendi: 11 Şubat 2024

Ormanlar tam anlamıyla yaşamımızın kaynağı. Hal böyle olunca da hukukumuz ormanları sıkı şartlarla koruma altına almıştır. Öyle ki devlete ait ormanların mülkiyetinin devrolunamayacağı, özel mülkiyete konu edilemeyeceği Anayasamızda açıkça ifade edilmiştir.

İlgili düzenlemeler ışığında ormanların korunması amacıyla bireysel mülkiyet hakkına sınırlamalar getirilebilmekte, bireylere ait tapulu arazilere sonradan orman şerhleri konulabilmektedir. Bireylere ait araziler tapuda orman olarak görünmezken kanundaki düzenlemeler uyarınca sonradan araziye orman şerhi konulması mümkün olduğundan ve bu durum mülkiyet hakkını sınırlandırdığından, tazminat davası açabilirsiniz. Bu yazımızda tapulu arazilere orman şerhi konulabilmesi için gereken şartlardan ve şerh konulması halinde neler yapılabileceğinden söz edeceğiz.

Bu konuyu okuyorsanız şu yazıya göz atabilirsiniz: Sit Statüsü Değiştirme-Tamamen Kaldırma Davası-Nereye, Nasıl ve Ne Zaman Açılır?

Orman Şerhi ve Orman Kadastrosu Nedir?

Anayasa’nın 169.maddesinin 2. fıkrasında; ’’Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.’’ düzenlemesi mevcuttur. İlgili hükümden anlaşıldığı üzere ormanlar hiçbir zaman özel mülkiyete tabi olamamaktadır.

Orman Kanununun 7. maddesinde devlet ormanları ve orman kadastrosunun yapılması düzenlenmiştir. Buna göre; ’Devlet ormanları ile evvelce sınırlaması yapılmış olup da sınırlandırma sırasında orman olduğu halde orman sınırları dışında kalmış ormanların, hükmî şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanların, hususi ormanların, orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde bulunan her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve tespiti ile 2. madde uygulamaları ile ilgili olarak kadastrosu kesinleşmiş yerlerde tespit edilen fennî hataların düzeltilmesi işleri orman kadastro komisyonları tarafından yapılır. Ancak, henüz orman kadastrosuna başlanılmamış yerlerde, 3402 sayılı Kadastro Kanunu hükümlerine göre belirlenen orman sınırı, orman kadastro komisyonunca belirlenen orman sınırı niteliğini kazanır. Orman kadastro komisyonlarınca ormanların kadastrosu ve Devlet ormanlarında yapılacak 2. maddenin (B) bendi uygulamaları re’sen, 2. maddenin (A) bendi uygulamaları müracaatın değerlendirilmesi ve Bakanlığın onayı ile bedelsiz olarak, hükmî şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ve hususi ormanlarda 2. maddenin (B) bendi uygulamaları ise bu ormanların sahiplerinin müracaatı üzerine bedeli karşılığında yapılır.’’

Orman şerhi, arazinin tapu kütüğündeki beyanlar hanesine o arazinin tamamının veya bir kısmının orman sınırları içerisinde kaldığına ilişkin bilgi konulmasıdır. Burada tapu kütüğüne orman şerhi konulmasıyla birlikte artık arazinin arsa, tarla veya bahçe vasfı ortadan kalkmakta ve arazinin değeri olumsuz etkilenmektedir. Ayrıca orman şerhiyle birlikte arazi satın alınamaz-satılamaz şeklinde şerhler de konulabildiğinden, tapulu araziye sahip malik maddi-manevi ciddi sıkıntılar yaşamaktadır.

Yukarıda izah ettiğimiz üzere bireyler, her ne kadar arazinin tapulu sahibi olsa da orman şerhi konulması ve orman kadastrosu yapılmasıyla birlikte mülkiyet haklarının ciddi şekilde sınırlandırılması mümkün olduğu gibi, hakkın kullanılması tamamen ortadan da kalkabilmektedir.

Tapulu Arazilere Sonradan Orman Şerhi Konulması

Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere bireylere ait tapulu arazi üzerinde sonradan devlet tarafından ‘’orman şerhi’’ konulabilmektedir.Bu şerh ile birlikte tarla, arsa, bahçe vasfındaki taşınmazınızın artık orman sınırları içerisinde yer aldığı kabul edilmekte ve eski vasfını kaybetmektedir, öyle ki tapunuz iptal edilebilmektedir.

Uygulamada orman sınırı içerisinde yer almamasına rağmen, tapulu arazinin orman sınırı içerisinde kaldığı yönünde hatalı tespit yapılabilmekte veya orman kadastrosu yapılması sırasında tapulu arazi orman sınırı içerisinde kalmasına rağmen bu durumun tespit edilmemiş olması sebebiyle orman özel mülkiyete tabi kılınabilmektedir. Bu durumlar açıkça Anayasanın ilgili hükmünün ihlaline sebebiyet vermektedir.

Tapulu araziye sonradan orman şerhi konulması suretiyle tapunun iptal edilmesi, önceki süreçte tapu sicilinde hata yapıldığını göstermektedir. Tapu sicilinin hatalı tutulmasında ise devletin sorumluluğunun doğacağı Türk Medeni Kanunumuzun 1007.madde hükmünde düzenlenmiştir. Buna göre TMK md. 1023 uyarınca; ‘’Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.’’  İlgili hüküm uyarınca devletin sorumluluğuna gidilebilecek ve tapu sicilinin bulunduğu yerdeki mahkemede dava açılabilecektir.

Anayasa mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin birçok kararında, bireylerin araziyi aldıkları dönemde tapu üzerinde herhangi bir şerh bulunmuyorsa tapuya olan güvenlerinin korunması gerektiği, sonradan orman şerhi konulmuş ise idarenin önceki işleminin hatalı olması sebebiyle sorumluluğunun doğacağı, orman şerhi uygulaması ve bedelsiz olarak tapuların iptal edilmesinin mülkiyet hakkının ihlaline sebebiyet verdiği açıkça ifade edilmiştir.

Tapulu Arazilere Sonradan Orman Şerhi Konulabilmesi İçin Gerekli Şartlar

Öncelikle mülkiyet hakkı her ne kadar Anayasal bir hak olsa da, belli şartlarda sınırlandırılması mümkündür. Bu sınırlandırmanın yapılabilmesi için Anayasa’nın 13. madde hükmünde ve 35. madde hükmünde yer alan şartların sağlanması gerekmektedir.

Anayasa madde 13: ‘’Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetinin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

Anayasa madde 35: ‘’Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlandırılabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.’’

Görüldüğü üzere tapulu araziye orman şerhi konulmasıyla birlikte mülkiyet hakkının sınırlandırılabilmesi için sınırlandırmanın kamu yararı amacıyla kanunla yapılması, demokratik toplum düzenine, Anayasanın sözüne ve ruhuna, laik Cumhuriyetin gereklerine uygun olması ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaması gerekmektedir. Bu şartlara uygun olmayan şekilde bireylerin mülkiyet hakkı sınırlanmış ise bu durum mahkemelere, Anayasa mahkemesine akabinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine dahi konu olabilmektedir.

1-Sınırlama sadece kanunla yapılabilir.

Mülkiyet hakkı temel hak ve hürriyetlerden biri olduğundan sınırlama, ancak kanunla yapılabilir. Bununla birlikte kanun hükmünün bulunması tek başına yeterli değildir, söz konusu hüküm bireylerin anlayabileceği şekilde açık ve kesin olmalıdır.

Orman şerhi uygulaması da bu sebeple dayanağını ‘’Orman Kanunu’’ndan almaktadır. Söz konusu hüküm ‘’Orman Sayılmayan Tapulu Taşınmazlar Üzerindeki Ağaç ve Ağaççıklardan Faydalanılması Hakkında Yönetmelik’’ ile de somutlaştırılmıştır. Bu düzenlemelerin bulunması sebebiyle bireylere ait tapulu arazilere, orman sınırlaması içerisinde yer almaktadır, şeklinde şerh koyulabilmektedir.

2-Sınırlama ancak kamu yararı amacıyla yapılabilir.

Anayasanın 35.maddesinde mülkiyet hakkının sadece kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği ifade edilmiştir. İşbu sebeple bireylerin mülkiyet hakkının sınırlandırılabilmesi için ortada mutlaka kamu yararı bulunmalıdır. Kamu yararı kavramı soyut bir kavram olmakla birlikte bireysel özel çıkarlardan ayrı tutulan, toplumsal fayda olarak kabul edilmektedir. Kamu yararı idarenin her işleminin amacını oluşturmaktadır.

Orman şerhinin amacı da orman sınırlarını belirlemek, ormanlara ekleme yapmak  ve orman olarak belirlenmiş arazilere düzen sağlamaktır. Ormanların varlığının tüm toplumu etkilediği açık olduğundan, doğrudan kamu yararını ilgilendirmektedir. İşbu sebeple orman şerhi konulması suretiyle mülkiyet hakkının sınırlandırması, şerhin amacının ormanları korumak olduğu dikkate alındığında doğrudan kamu yararı amacı taşıdığı açıktır.

3-Sınırlama ölçülülük ilkesine uygun olmalıdır.

Asıl hukuka aykırılılıklar bu kriterde çıkmaktadır. Öncelikle ölçülülük ilkesi elverişlilik, orantılılık ve gereklilik unsurlarını taşımaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacını gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılamamasını, orantılılık ise yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmiş olmasını ifade etmektedir.

Orman şerhi konulmasıyla birlikte mülkiyet hakkının sınırlandırılabilmesi için bu müdahalenin demokratik toplum için gerekli olması, sınırlamanın ölçülülük ilkesine uygun olması için tedbirin zorunlu olması, kişilere orantısız bir külfet getirmemesi gerekmektedir. Bu sebeple ormanların korunması ile gerçekleştirilen kamu yararının kişilerin mülkiyet hakları arasında adil bir denge sağlaması şarttır. Bu dengenin sağlanması için ise bireylere tazminat ödenmesi veya zararlarının başka yollarla giderilmesi gerekmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kararlarında; mülkiyet hakkına getirilecek bir sınırlama var ise bu durumda taşınmazın değeri ile orantılı olarak bir bedelin bireylere ödenmesinin zorunlu olduğunu, sadece istisnai durumlarda bedelsiz müdahale yapılabileceğini ifade etmiştir. İşbu sebeple mülkiyet hakkının sınırlandırılması sebebiyle bireylere taşınmazlarının değerine karşılık gelen bedelin ödenmesi gerekmektedir. Orman şerhi uygulanması suretiyle tapu iptali gerçekleştirilmesinin bedelsiz yapılması, açıkça ölçülülük ilkesini ihlal etmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2. Dairesinin, 2150/05 Başvuru numaralı Kararında; başvurana ait arazinin devlete ait orman arazisi olarak tasnif edilmesinin, mülkiyet hakkını sınırlandığına hükmetmiştir. Karardaki önemli kısımlara yer verirsek;

’Başvuran kendisine herhangi bir tazminat ödenmeksizin taşınmazının kamu orman arazisi olarak sınıflandırılmasının Ek 1 nolu Protokol’ün 1. maddesi uyarınca mülkiyet hakkına yönelik orantısız bir müdahaleyi teşkil ettiğini savunmaktadır. AİHM mevcut başvuruda taraflar arasında başvuranın Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi uyarınca tapu kaydına dayalı bir mülkün maliki olduğu hususunun ihtilaf konusu edilmediğini not eder. AİHM mezkur arazinin kamu orman arazisi olarak vasıflandırılmasıyla birlikte başvuranın mülkiyet hakkını kullanmasına yönelik bir müdahalenin olduğunu ve bu vasıflandırmanın söz konusu taşınmazın tasarruf nisabını önemli ölçüde azaltan bir etki ettiğini saptamaktadır. Bu bağlamda AİHM, maliki olmasına rağmen ihtilaf konusu taşınmazın tapu senedine getirilen bu vasıflandırmayla birlikte başvuranın arazisinden gerçek anlamıyla istifade edemediğini gözlemlemektedir. AİHM bu koşullar çerçevesinde, ihtilaf konusu taşınmaza getirilen nitelendirmenin başvuranın mülkiyet hakkının içeriğini her anlamda boşaltan bir etki yarattığı kanısındadır. (Bkz. aynı anlamda, Çetiner ve Yücetürk-Türkiye kararı no: 24620/04, 22 Eylül 2009).

Bundan sonra artık ihtilaflı tedbirin istenilen adil dengeye riayet edip etmediğinin özellikle de başvuranı orantısız bir yüke katlanmak zorunda bırakıp bırakmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, ulusal hukuk tarafından belirlenen tazminat usullerinin göz önüne alınması gerekmektedir. AİHM bu amaçla, iç hukukta bu yönde etkili bir başvuru yolunun mevcut olmadığını tespit etmektedir (Bkz. Öztok-Türkiye kararı no: 24620/04, 22 Eylül 2009). Bu nedenledir ki başvuranın yapmış olduğu tazminat talebi ulusal mahkemeler tarafından reddedilmiştir. Üstelik Hükümet mutlak bir tazminatın yokluğunu meşru kılacak ikna edici ve AİHM’ nin Köktepe (sözü edilen) kararında benimsediği sonucun dışına çıkılmasını gerektirecek herhangi bir istisnai durumu dile getirmemiştir.

Davanın koşulları, özellikle de tahdidin nihai oluşu, dava konusu durumu telafi edebilecek nitelikte etkili iç hukuk yolunun bulunmayışı, başvuranın mülkiyet hakkından yararlanması karşısındaki engel ve tazminat ödenmemiş olması, AİHM’yi, başvuranın, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında hüküm sürmesi gereken adil dengeyi bozan alışılmışın dışında ve ölçüsüz bir yüke katlanmak zorunda kaldığı yönünde düşünmeye sevk etmektedir (Bkz, sözü edilen Köktepe ve Çetiner ve Yücetürk kararı). Bu nedenle, Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi ihlal edilmiştir.’’,,

Anayasa Mahkemesinin 2018/15204 Başvuru numaralı, 09/06/2021 tarihli kararında da;

‘’Somut olayda 1945 tarihli tapuyla başvurucunun dedesine verilen uyuşmazlık konusu taşınmaz, orman olarak tespit edilmiş; başvurucunun ve murislerinin bu taşınmazı kullanmaları fiilen engellenmiştir.Başvurucunun taşınmazın orman olarak tespit edilmesine yönelik bir şikâyeti bulunmamaktadır. Başvurucu tazminat ödenmemesinden yakınmaktadır. Bu durumda müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir yük yükleyip yüklemediği değerlendirilmelidir. 

İhtilaf konusu taşınmaz başvurucunun murisine devlet tarafından 2510 sayılı Kanun uyarınca verilmiştir. Anayasa’nın ormanların korunması ve geliştirilmesine ilişkin 169. maddesi uyarınca ormanların özel mülkiyete konu edilmesi mümkün değildir. Bununla birlikte söz konusu taşınmazın kamu makamları tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre yine kamu makamları tarafından başvurucunun murisine verilmek suretiyle özel mülke konu edildiği ortadadır. Bu taşınmazın murise verildiği tarihte orman olduğuna ilişkin olarak tapu kaydında herhangi bir şerhin veya belirtinin bulunduğu kamu makamlarınca gösterilemediği gibi dosya kapsamından başvurucunun murisinin taşınmazın orman olduğunu bilebilecek durumda olduğunu gösterir başkaca herhangi bir olgunun da mevcut olmadığı anlaşılmıştır. Tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre orman olmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir. Buna göre olayda idarenin hatalı kayıt oluşturmasına ve yine hatalı olarak söz konusu taşınmazı özel mülke konu olacak şekilde başvurucunun murisine vermiş olmasına rağmen malike herhangi bir tazminat ödenmeden taşınmaz, orman olarak tespit edilmiş ve taşınmazın kullanımı fiilen engellenmiştir.

Orman olan taşınmazların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapunun iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayda başvurucuya tazminat ödenmemesini makul gösterebilecek istisnai bir durumun varlığı da söz konusu değildir. Türk hukukunda tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin edilmesini öngören düzenleme, 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesinde yer almıştır. Anılan maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır. Bu durumda orman vasfında olan taşınmazın başvurucunun murisine 2510 sayılı Kanun uyarınca verildikten sonra tekrar orman olarak tespit edilmesi ormanların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de mülkten yoksun bırakılan başvurucuya herhangi bir tazminat ödenmemesi idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvurucuya aşırı bir külfet yüklenmiş olup başvurucunun mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.’’

Yukarıda izah ettiğimiz ve yer verdiğimiz yargı kararlarından da görüldüğü üzere, orman şerhi konulması ve tapunun hazine adına tescil edilmesi suretiyle mülkiyet hakkınız sınırlandırılmış ise , yargı yoluna başvurarak tazminat davası açabilirsiniz. Mahkemelerin , Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tazminatı kabul etmeye yönelik birçok emsal kararı bulunmaktadır.

 

1 thoughts on “Tapulu Arazilere Orman Şerhi Konulmasının Koşulları – Açılabilecek Tazminat Davası Hakkında”

  1. selamun aleykum bızım sakarya geyve karacam mah meyve bahcesı var ama orman sınırında kaldıgı ıcın tapuda meyve bahcesı tapuya sehr konmuş ormandır dıyo bu bahceyı satacaktık stamadık ne yapmamız lazım 2550 metre kare

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top