Ceza Soruşturmasının-Davasının Düşmesi İçin Ne Yapmak Gerek?

En son şu tarihte güncellendi: 2 Haziran 2023

Eğer henüz yaşınız çok genç ve iş hayatına henüz yeni atıldı iseniz ‘kötü tasarlanmış kanun’ denilen; mayınlardan birisine basmış olabilirsiniz.

Böylesi bir durumda iseniz öncelikle çok geçmiş olsun; muhtemelen sihirbaz avukat tutacak paranız yoktur. Sihirbaz avukatı tutmayı geçtik sihirbaz avukatlara soru sorabilecek, danışabilecek kadar bile paranız yoktur. Size babanız dahi yardım etmeyecek, edemeyecetir.

Öncelikle arkadaşlar; okuyan ve gören gözler için bu sitedeki “savcılık soruşturması” kategorisinde çok önemli bazı çıkış yolları ve tüyolar var. Bugünkü konumuz “davayı düşürmek için gerekenler”.

UYARI: Yasalar gereği sizlerin buradaki bazı sihirbazlıkları kullanmanızı önermiyorum.

Bu arada şunu da yeni sekmede açın dursun kenarda az sonra okursunuz:

Ceza/Savcılık Soruşturması Açıldı Ne Yapmalıyım? Kaç Ay Sürer? Memuriyete Etkisi?-Kurtulma Rehberi

Davanın düşmesi için gerekenler

1) Dava zamanaşımının dolması

Arkadaşlar dava zamanşımı şu şekildedir:

a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,

b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl,

c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,

d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,

e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl, Geçmesiyle düşer.

(2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.

Kaynak: https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5237.pdf

Yukarıda görüleceği üzere dava zamanaşımları genelde 8 veya 15 yıldır.

Ancak maalesef ki bu süreler %50’si kadar uzamaktadır. Buna uzamış dava zamanaşımı denmektedir. Eğer dava zamanaşımı şu aşağıdaki sebeplerden ötürü kesilirse yeniden işlmemeye başlar ve her halde uzamış dava zamanaşımını geçemez.

2) Bir suçla ilgili olarak;
a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,
b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,
Halinde, dava zamanaşımı kesilir.
(3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla
nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar. (4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar
uzar.

kaynak: TCK 67-https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5237.pdf

Kanunlara baktıysanız bu tarafa gelin. Şimdi size dananın kuyruğunun koptuğu birtakım “sihirbazlık” kısımlarını anlatacağım. Çayınızı hazırlayıp arkanıza yaslanın ve iyi dinleyin bundan sonraki kısımları.

Eğer; yanlış bir ceza yasası yüzünden genç yaşta yok yere yargılanıyorsanız ve bu ceza yasası Anayasa, AİHS gibi daha evrensel normlara aykırı olmasına rağmen sırf içimizdeki liyakatsizlik yüzünden iptal edilmiyor ve varlığını sürdürüyor ise bu sihirbazlıkları kullanmanızda etik dışı bir durum yok kanatindeyim. Ancak ben yine de yasalarla başım derde girmesin diye sizlere buradan bunları kullanmamızı falan önermiyorum.  Yine de nihai tercih elbette sizin

Bazı sebeplerden ötürü yasalar; yargı sisteminin tıkanmaması için bazı güvenlik valfleri ile donatılmıştır. Ceza ve dava zamanaşımı da bunlardan bir tanesidir. Belirlenen sürenin geçmesi ile davadan ve cezadan tamamen vazgeçmeyi zorunlu kılan valf suistimale açıktır.

Dava zamanaşımının düşmesi için yapıldığı görülen bazı hareketler:

  • Hakimin reddi talepleri
  • Avukatın dosyadan bir anda habersizce çekilmesi ve bu hususun davacıya tebliğ edilmemesi
  • Ek bilirkişi raporları istenmesi
  • Dosyadaki eksik delillerin ve şahitlerin sonradan ileri sürülmesi
  • Avukatın bazı kritik duruşmalara mazeretli olarak gitmemesi

Avukatınınız bu yukarıdakiler sizin için yapmayacaktır. Çünkü Avukatlık Kanunu dürüstlük kurallarından şaşmayı açık bir şekilde men eder.  Avukatlık Kanunu madde 1 şöyle der: “Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder.”

Savunmanın bağımsız ve tarafsız olması ve serbestçe ifa edilmesi ön görülmüştür.

Yine aynı şekilde Avukatlık Kanunu madde 2 ise şöyle buyurur: “Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.
Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder.”

Tüm bu ve bunun gibi yasa hükümleri, Barolar tarafından yayımlana  Avukatlık Meslek Kuralları, yönetmelikleri hep aynı şeyi tekrar eder durur: “Avukat kanunun ve hakkaniyetin dışına çıkmamalıdır”.

Meseleyi etik olarak ele alırsak sistemin ve kanunun bizzat kendisi “hakkaniyet ve adalet çizgisinden taşması” halinde ne yapılacağı sorusu karşımıza çıkmaktadır.

Bu gibi hallerde “okullarda, baro eğitim seminerlerinde, akademide” verilen cevap aynıdır: “Kanun, anayasa, yönetmelik ne diyorsa o yapılmalıdır. Avukatın, bunların etik, adalet ve vicdan muhasebesinden geçirecek ve gerektiğinde uygulamama hususlarında kararlar verebilecek ne yetkisi ne de haddi yoktur”.

Maalesef tüm bu teori pratiğe uymayacak ve avukatlar bu öğretinin dışına çıkmak zorunda kalacaklardır. Çıkmayan mesleğini yapamaz hale gelecektir. Çünkü tarih boyunca bu böyle olagelmiştir. İnsanoğlunu bir civatadan bir makineden farklı kılan şey de tam olarak bu dinanizmi ve belirli kalıplarda uzun süre tutulamama halidir. Tarihin her döneminde birileri statükonun sahibi iken birileri de barbar ve vahşi olagelmiştir. Her defasında statüko ilelelbet korunacak sanılmıştır, koltuklarda sallanmadan keyif içinde purolar içilecek, şaraplar mutlulukla tokuşturabilecek sanılmıştır. Ancak her defasında barbarlar ve vandallar tarafından bu statüko lime lime edilmiş, ezip geçilmiş ve bir daha tanınamayacak hale getirilecek kadar feci şekilde yıkılmıştır. İnsanlık tarihi bu döngünün tekerrüründen ibarettir.

2) Ölmeniz

Aşağıdaki maddeye göz atın

TCK Madde 64

(1) Sanığın ölümü halinde kamu davasının düşürülmesine karar verilir. Ancak, niteliği itibarıyla müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler hakkında davaya devam olunarak bunların müsaderesine hükmolunabilir.

Ayrıca öldükten sonra kayıplara karışabilirsiniz. Ne bileyim Afganistan dağlarında davar güdüp, güneş enerjisi kurdurup, kuyuyla su çekip kendinize münhasır tam bağımsız bir hayat yaşayabilirsiniz. Öldükten sonra yurt dışına kaçmakla ilgili şu yazımıza göz atmanızı öneririz.

Breaking Bad izleyenleriniz bilir orada bir süpürgeci vardı. Suçun türüne göre 100 000- 300 000 dolar veren adamı farklı kimlikle insanlardan izole yerlerde yeni kılık kıyafetlerle yeni bir hayata başlatıyordu. Öyle adamlar cidden var.

3) Başka birinin çıkıp suç itiraf etmesi

Eğer kaybedecek hiçbir şeyi olmayan başka biri kalkıp “bu suçu o değil ben işledim” diye ifade verir ve buna ilişkin birkaç da delil sunulursa yargıçlar içtihat gereği olarak bunu kaale almak zorundadır.

Böylesi anlarda sizin hakkınızda beraat kararı çıkabilir.

Ancak siz yine böyle bir kötülük yapmayın.

4) Hataya düşüldüğü hususunda deliller sunmak

TCK  Madde 30 şöyle buyurmaktadır:

1. Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hali saklıdır.
2. Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
3. Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
4. İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz.

Kaynak: https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5237.pdf

Bu konu koca koca ceza profesörlerinin ve 30 yıllık yüksek hakimlerin işin içinden çıkıp ortak bir kanaate varamadığı konulardan bir tanesidir.

– Fiilin gerçekten suç olup olmadığı konusunda mı hataya düşülmesi gerekecektir yoksa suçun maddi unsurlarında mı hataya düşülecektir?

– Suçun manevi unsurunda hataya düşülmesi halinde TCK 30 uygulanmak yerine doğrudan beraat verilmesi gerekmez mi?

– Suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlarda hataya düşülmesi ve haksızlık olmadığı yönünde yanılgı varlığı halinde “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz hükmü ihlal edilmiş sayılmayacak mıdır?

Bu ve bunun gibi soruların net cevabı yoktur. Ortak bir kanaate varılmış değildir. Adeta cambaz gibi kelimelerin eğilip bükülmesi ile oluşmuş 50 farklı yorum ve görüş piyasada gezmektedir. Bunlardan hangisinin dosyanızda uygulanacağı avukatınızın maharetine kalmıştır.

5) Akıl hastalığınız olduğunu kanıtlamanız

Şizofreni, manik depresif bozukluk, atipik psikotik bozukluk, reaktif psikoz, menstrüel psikoz gibi gerçeği algılama yeteneğini zayıflatan türden psikiyatrik hastalıklarınız var ise ceza sorumluluğunuz olmaz.

Bu konuda Türk Ceza Kanunu şöyle buyurmaktadır:

TCK`nın 32. maddesi : “(1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.

(2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.” hükümlerini düzenlemiştir.

Psikotik etkilere yol açan ruhsal hastalıkları eğer büyük yaratıcı var ise hiç kimseye tecrübe ettirmesin. Psikoz halinde kişi %100 inanç ile gerçekte var olmayan şeylere inanır, duyar, görür, koklar, hisseder.

Özellikle 20’lerinde nükseden şizofreni hastalığının en yaygın türü olan “paranoid şizofreninin” aktif dönemlerinde kişiler adeta kendinden geçer, bambaşka dünyalar yaratır ve çok hareketli bir hayal dünyasında mücadeleler verir. Dev hayali canavarla boğuşanlar, CİA’in kendisini sürekli takip edip kumpas kurmaya çalıştığını zannedenler, simülasyon içerisinde olunduğunu ve seçilmiş kişi olarak dünyayı kurtarma görevini üstlenenler, peygamberlik ilan edenler hep bu lanet olası hastalık arasından çıkar. Sanrılar çeşitli türlerde olabilir (büyüklük sanrıları, kötülük sanrıları gibi). Kişi bu dönemde yeni nesil antipsikotiklerle (sülprid, flufenazin, haloperidol, risperidon, perfenazin, aripiprazol, klozapin ve olanzapin  etken maddeleri ile) bir nebze kontrol altına alınabilse de ne yazık ki şizofreni halen tıp dünyasında gizemlerle dolu bir sır olarak varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Etkileri hafifletici kimyasallar vermek dışında bilinen herhangi kesin tedavisi yoktur. Bu ilaçlar da maalesef kişiden kişiye değişik etki etmekedir. Kimisine hiçbir işe yaramaz iken kimisini normal bir insan haline getirmektedir.

Bazı kurnazlar kendilerinin şizofren olduğuna inandırmaya çalışarak cezai sorumluluktan kurtulmaya çalışmaktadır. Ancak şizofreni hastalığının tek belirtisi bu yukarıdaki sanrılara sahip olmak değildir. Şizofreni pasif dönemlerde “negatif belirtiler” ile seyreden bir hastalıktır. Bu negatif belirtileri öyle kolay kolay taklit edilebilecek türden şeyler değildir. Mesela;

  • Cümle kurarken kelime başlarının veya sonlarının istemsizce kafiyeli olması
  • Sürekli aynı kıyafetleri giymek ve aşırı rutinci olmak
  • Donuk ve alabildiğine künt yüz ifadesi
  • Çoğunlukla duygusal küntlük
  • Anlık öfke patlamaları (özellikle şizofrenin ilk zamanları)
  • Sıkılmadan tek bir noktaya veya hedefe bakıp odaklanmak (özellikle katatonik şizpfrenide)
  • Derdi anlatırken yaygın kelimeler yerine az kullanılan kelimelerin kullanılması
  • Arka arkaya kurulan cümlelerde aynı kelimenin geçmesi
  • Düşünsel kıtlık
  • Yorgunluk ve bitkinlik hali
  • Ters duygusal tepkiler vermek. Üzülmek yerine gülmek veya gülmek yerine üzülmek
  • mind pop-up’ları (zihnin sürekli anlamsız ve içinde bulunulan halden bağımsız kelimeler üretmesi, anksiyetede de benzeri durum gözlemlenmektedir)
  • Sosyal anlamda pasiflik

Bu yukarıdakilerin hepsinin taklidini yapmayı becerseniz bile ilk maddedeki ve 6. maddedekini zor becerirsiniz. Sizin gözünüzen numara yaptığınınızı anlarlar adli tıp profesörleri. Usta bir sosyopat ya da tiyatrocu değilseniz bu yolu suistimal edemezsiniz. Ancak yine de siz bunları bilin. Bilgi güçtür ve belki bir gün işinize yarar.

Son olarak ünlü şairlerin, söz sanatçılarının, yazarların, şeyhlerin, kanaat önderlerinin önemli bir kısmının tedavi olmuş şizofrenlerden oluştuğu doğrudur. Çünkü normal insanın olağansütü çaba harcayarak yazabileceği kafiyeli satırları, yaratıcı ve özgün paragrafları bazı şizofrenler sanki günlük hayatta konuşur gibi yazabilmektedir. Toplumun %1’inin şizofren olduğu bir dünyada yaşadığımızı ve sokakta, ofiste, okulda şizofren gördüğümüzde onlara deli muamlelesi değil de farklı ve yaratıcı insan muamelesi yapmak; şizofrenler topluma kazandırmak ve hastalıklarını tedavi etmek adına önemli bir adım olacaktır. Sırf türkiye’de 700 000-800 000 civarınca şizfren olduğunu umutmayın. Onlar her yerdeler ve gelecekte de her yerde olacaklar.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top